Tabii, işte sürrealist bir hikaye:
—
“Sonsuz Durak”
Bir bankta oturmuşuz. Hangi park bilmiyorum, hangi şehir hiç hatırlamıyorum. Yanımda biri var. Yüzü belirsiz, ama sesi tanıdık. Gözlerimi yeşilliğe dikiyorum. Çimenler sonsuzca uzanıyor, sanki hiç bitmeyecek bir yol gibi. O sırada bana dönüp soruyor:
“Ne yapacaksın şimdi?”
Omuzlarımı silkerek karşılık veriyorum. “Bilmiyorum.”
Gözlerimiz yukarıda, mavi gökyüzüne bakıyoruz. Gökyüzü öyle mavi ki gözlerime dokunuyor, içime ferahlık yayıyor. Sanki mavilik, göğün değil, ruhumun rengiymiş gibi. Kuşlar kanat çırpıyor, ama kanat sesleri yok. Bir anda sessizliğe bürünmüş dünya. Sadece nefes alıyoruz, ama nefes sesleri bile yankılanıyor sanki.
“Nereden geldin?” diyor aniden.
Cevap vermek için ağzımı açıyorum ama sesim çıkmıyor. Bir türlü hatırlayamıyorum. Nereden gelmiştim gerçekten? Yola çıktığım yer silikleşmiş, bir rüya gibi bulanık.
“Bilmem ki,” diyorum sonunda. “Ya sen? Sen nereden geldin?”
O da aynı belirsizlikle omuzlarını silkiyor. “Kim bilir.”
Bir an için zaman duruyor. Güneş gökyüzünde sabitlenmiş, gölgeler uzamıyor. İkimiz de durduğumuz yerde sabitiz. Tek bir kuş bile kımıldamıyor. Ama hissettiğim huzur… Tanımsız. Zamanın olmaması, belki de varoluşun en anlamlı hali.
“Peki nereye gidiyorsun?” diye soruyor.
Bir yol haritası arıyorum zihnimde, ama beyaz bir boşluk çıkıyor karşıma. “Bilmem,” diyorum yine.
Sanki sorularla anlam arayan bir dünyada yaşıyoruz. Ama burada, bu bankta, yanımda oturan bu kişiyle soruların cevapları değil, soruların kendisi önemli. Soru sormak bile bir eylem, ama cevaplar hep buharlaşıyor. Cevapsız sorular arasında kaybolmak, belki de yolun kendisi.
Gökyüzüne tekrar bakıyorum. Mavi, o kadar derin ki içine çekiyor. Ama düşmüyorum. Aksine, hafifliyorum. O an, zamanın ve mekanın ötesine geçiyoruz. Soru soruluyor, cevap verilmiyor, ama o belirsizlikte bir huzur var.
Ve sonsuz maviliğin içinde kayboluyoruz.
—
Nasıl buldun? Bu hikayede bilinmezlik, zamanın ötesi ve huzurun belirsizlikte bulunması gibi sürrealist temaları işledim.