Kahvenin yol kenarındaki küçük bahçesinde yapraklarını dökmeyen iki narenciye ağacının altındadır kendi eliyle yaptığı çiğ köfteyi sattığı tezgahı. Sağa sola açılan iki kapağı, önde camı bulunan tekerlekli tezgahı; onun, çalışırken lezzet aldığı, azda olsa emeğinin karşılığını aldığı seyyar dükkanıdır. İşe öğlede sonra başlar.Özel bulguru, fırında kavrulmuş pul biberi ve normal pul biberi ile eldiven giydiği eliyle, geniş sinisinde, çiğ köftesini yoğururdu. Kahve ışıklarını söndürünceye kadar satıp bitirir, evine giderdi.
Arada, kendine has ses tonuyla, hafiften, çevreyi rahatsız etmeden:”canli canli, çiğ köfte” diye bağırırdı….
Gözleri cilalı gibi parlayan bu altmış yaşlarındaki adam, şiirlerde bilir, okurdu…
İşini severek yapardı üçbinaltıyüz günden emekli çiğ köftecim, temizdi, hep traşlıydı…
Kirli çamaşırları ortaya çıkarmaz temiz çamaşırları da kirletmezdi. Muhabbeti kahvenin dışına taşar daha bir uzaklara giderdi.
( Geniş anlatım yeni kitapta olacak..yakında)

