
Günümüzde insanlık, hızla tüketim odaklı bir yaşam biçimine evriliyor. Medyanın manipülatif gücü, bireyin iç dünyasını etkileyerek kaygıları derinleştiriyor. Toplum, hem bireysel hem de kolektif bir karmaşa içerisinde savrulurken, modern insan kendini bir varoluş krizinin tam ortasına buluyor. Bu durum; ölüm, aile, toplum ve varoluş kavramlarının yeniden sorgulanmasını gerektiriyor. Tüketim ve Medyanın Etkisi: Tüketim toplumunun temel motivasyonu, bireylerin ihtiyaçtan öte arzularını kışkırtarak sürekli bir tatminsizlik hissi yaratmaktır. Medya, bu düzenin en etkili aracı olarak bireyleri manipüle eder. Sosyal medyada gösterilen ‘’ideal hayatlar’’ ya da reklamlarda sunulan ‘’ mutluluğun formülleri’’ bireyi gerçeklikten koparır. İnsan, kendi hayatının değerini başkalarının onayına göre ölçmeye başlar ve bu süreç, bireysel kaygıları artırır. Modern birey, günlük hayatında sürekli bir ‘’yetişme’’ ve ‘’başarma’’ baskısı altında ezilir. Bu baskı, yalnızca iş yaşamında değil, sosyal hayatta da etkisini gösterir. Her an üretken, her an mutlu ve her an güçlü olunması gerektiği dayatılır. Ancak bu dayatmalar, insanın içindeki boşluk hissini derinleştirir. Kaçış arayışları; sosyal medya, alışveriş ya da hızlı tüketim gibi yüzeysel çözümlerle geçici olarak tatmin edilir, ancak gerçek bir huzura ulaşmak mümkün olmaz. Toplumun Keşmekeşliği: Toplum, bireyin yaşamındaki en büyük etkenlerden biridir. Geleneksel değerlerin yerini hızla modernite alırken, bu dönüşüm bireyler arasında çatışmalara neden olur. Aile bağları gevşerken, birey yalnızlaşır. Toplumun yarattığı ‘’ ideal yaşam’’ beklentileri, bireyi kendi kimliğini sorgulamaya ve bazen de kaybetmeye iter. Bu karmaşa, bireylerin birbirlerine olan güvenini azaltır ve toplumsal bağları zayıflatır. Ölüm ve Varoluşun Kaçınılması: Tüm bu keşmekeşin ortasında, ölüm düşünesi modern insanın zihninde sürekli bir gölge gibi dolaşır. Ancak tüketim toplumunun dayattığı yüzeysel mutluluk anlayışı, ölümün varoluşsal anlamını düşünmeyi engeller. Ölüm, bir son olmaktan ziyade, bireyin hayatını anlamlandırabileceği bir gerçektir. Ancak bu gerçeği kabullenmek ve üzerine düşünmek, medya ve tüketim kültürünün dayattığı yapay gündemler arasında giderek zorlaşır. Aile ve Toplum; Bir sığınak mı, Bir Engel mi? Aile, modern insan için hem bir sığınak hem de bir çatışma alanıdır. Geleneksel aile yapılarının çözülmesi, bireylerin destek mekanizmalarını zayıflatırken, bireyselleşme çağında kendi ayakları üzerinde durma baskısı yaratır. Toplumun ise bireyin aidiyet arayışına cevap veremez hale gelmiştir. Sosyal medyanın yönlendirdiği yüzeysel ilişkiler, bireyin daha da izole olmasına neden olur. Bu çıkmazdan kurtulmamız için temel birkaç yaklaşım sıralanabilir. Anlam arayışı, yani diyorum ki; bu süreçte, felsefi düşünceler ve sanatsal üretimler bireyin kendini ifade etmesine yardımcı olabilir… Medyanın manipülatif etkilerinden uzaklaşarak bilinçli bir medya kullanımı alışkanlığı geliştirilebilir. Geleneksel aile ve toplum değerlerinin modern gereksinimlerle dengelenmesi… Ölüm kaçınılmazlığını kabullenerek hayatı daha anlamlı ve dolu yaşama çabası gösterilebilir… En önemli si‘’ nereden geldik nereye gidiyoruz ne yapacağız?’’ sorusuna cevap bulabilme arayışı.. İnsanların yaşadığı bu keşmekeş, yalnızca bireysel bir sorun değil, toplumsal bir dönüşüm sonucudur. Ancak anlam arayışı ve içsel bir sorgulama süreciyle, bu kaotik düzenden çıkmak mümkündür Ölüm ve varoluş gibi kavramlarla yüzleşerek, tüketim odaklı hayattan uzaklaşan birey gerçek mutluluğu ve huzuru bulabilir.